Tarifa’dan ayrılmanın hem üzüntüsü, hem de göreceğimiz yeni köylerin merakı ile erkenden yola koyulduk. Yaklaşık 40 km sonra, 200 metre yükseklikte kurulan, sadece beyaz ama bembeyaz bir köy, saflığı ve temizliği sergilercesine Vejer de la Frontera gururla bizi karşıladı.

Beyaz Köyler’e yolculuk…

Saat henüz erkendi ama saatin geç olması da aslında ortamın değişmesin de çok önemli bir etken olmayacaktı. Aynı sessizlik ve huzur sanırım hep var burada, bir yaşam stili olmuş.. Tabi ki ayaklarımız bizi köy merkezine götürmeye başlamıştı bile… Birden fazla tarihi kilisesi, İslam döneminin köklü izlerini yansıtan ev ve yapılarıyla, Vejer de La Frontera ‘Endülüs Beyaz Köyler’ konseptinde bir klasiktir. Corredera Kulesi, Vejer de la Frontera Kalesi, meydanı, yeşillik yağmış sokakları, bol çiçekli avlularıyla hayran bırakır kendini size. Kahvemizi köy meydanında bulunan kafede içerken, anı sizlere hissettirmek için yazımı bitirdim ve bir sonraki durak olan Conil de La Frontera’ya yola koyuldum…

18 km kadar uzaklıkta başka bir köy bizi bekler, burada 2 gece konaklayacağım. Yapılacak çok şey, görülecek çok yer var… Atlantik Okyanusu kıyısında kurulu bu köy, toplamda 6 kocaman plaja sahip. Ama plaj deyince aklınıza şemsiyelerin, şezlongların kurulu olduğu bir imaj gelmesin, lütfen. Bu plajlar sonsuz, bu plajlar uçsuz bucaksız, kilometrelerce uzun ve ihtişamlı. Her ne kadar İspanyollar için özellikle Madrid’ten giden İspanyollar için seçilmiş bir destinasyon olsa da, Almanlar tarafından çoktan keşfedilmiş… İlk yerleşim, tarih öncesi dönemlere dayanmakta Conil’de.. Sonra sırasıyla Romalılar, Vizigotlar, Bizanslılar, Vandallar tarafından ele geçirilmiş. En sonunda ise 711 yılında bu durum tamamen değişerek, İslam Medeniyetinin egemenliğine girmiş.

1265 yılında ise, İber yarımadasında yaşayan Hristiyanların, bölgede bulunan Endülüs Emevilerini ortadan kadırmak için girdikleri çaba olarak adlandırılan ‘Reconquista’ dönemi başlamıştır. 1299 yılında dönem kralı Fernando, Alonso Perez Guzman’ı vali olarak atamış ve bugün ki Torre de Guzman, kenti o dönemlerde olabilecek ataklardan ve işgallerden korumak amacıyla kullanılmıştır. İsmini ise geçmişten bugüne kadar taşır. Bu kadar tarihi ve güzel bir köyde otel tahmin ettiğiniz gibi avlusu çiçek dolu, mistik. Endülüs Emevilerinin tarzını tamamiyle yansıtan detayları, oymaları, işlemeleri ile adeta büyülendiğiniz bir tarzda. Eşyaları bırakır bırakmaz kendimi yine sokaklarda buldum. Gastronomisiyle gündemde Conil’de yiyecekler o kadar çeşitli ki saymakla bitmez. Eee Atlantik okyanusu tabi ki ton balığı.. Ama bin bir şekilde servis edilir sizlere. Bir kaçının ismini vermek isterim ki siz de bu lezzetleri tatmadan dönmeyin oralardan. Calamar de conil, atun a la plancha, pescaito frito, olivaz alinadas, arroz con cardillos… Lezzetli mi lezzetli…

Bir de gezmek lazım, Plaza Espana, Torre de Guzman, El Puerto Pesquero, Puerta de la Villa, ve La Chanca en görülmesi gerekenlerden… Diğer günümü ise bolca tapas yiyerek, en güzel plajlardan Chiclana de la Frontera’da devasal dalgalarla mücadele ederek, Calas de Roche’de gün batımını izleyerek geçirdim. O kadar yorulmuşum ki, sabah Cadiz’e yola çıkacağımı bilmek beni heyecanlandırsa da erken uyumama engel olamadı 🙂 Kalemim bu sefer Cadiz’ten sizlere merhaba diyecek…