Bu sefer sizleri koylardan, kayalıklardan, deniz gözlüğü ve şnorkelinizi unutsanızda gerek yokmuş dedirtecek kadar bembeyaz kumu ve turkuaz mavisi ile uzak denizlere götürmeye karar verdik. Güneye tam güneye doğru, Barcelona’dan 1 saat 35 dakika uçak yolculuğundan sonra Malaga kentine varıyoruz…
Merhaba Tarifa!
Sabahın erken saatlerinde varmak, unutmayın günü kazanmak demektir. Aracınızı alandan almak ve hemen kalabalıktan uzaklaşmak isteği ile havaalanını arkada bırakır ve 1 saat sonra Tarifa’ya varırsınız. Tarık Bin Ziyad’ın 711 yılında ilk ayak bastığı topraklar..Görkemli Endülüs Devletinin tohumlarının atıldığı yıllar… Bir anda tarihte geriye götürür sokaklar sizi. Eski bölgeye doğru ayaklarınız sizi ruhunuzun emrinde sürükler. Evler bembeyaz badanalı, yollar ve avluları yeşil mi yeşil, renkli mi renkli saksılar ve çiçekleriyle hoşgeldin der size. Riadlar avlulu, çoğu dönemden kalan kuyuları, köprüleri ve tarihi surların kurtarılmış bölümlerini içlerine alarak kurulmuşlardır. Yani zaman hem durmuş, hem de bu çağı içine alarak ilerlemiştir…
Otelimize yerleştikten sonra, sokak keşfine başlamaktan kendimi alamadım. Hemen o dar sokaklarda bende kalabalığa karışarak bir Endülüslü hissetmenin tadını çıkarmak istedim. San Mateo kilisesine varınca, gördüğüm kalabalık beni hayretlere düşürdü.. Çoluk çocuk, yaşlı genç demeden herkes nerdeyse tam sayamadım ama 1000 kadar kişi kuyrukta ve en güzel kıyafetlerini giymiş bir sekilde bekliyorlar. Gün ‘Virgen de la Luz’ günü. 8 km’lik yoldan beri köy köy taşınan ve en son durağı olan Tarifa’ya getirilmiş Virgen de la Luz.. Eteğinin altından geçilirse dileğin gerçekleşirmiş. Herkes o kadar büyük bir inanç ve tutku ile gelmiş ki bu bağlılık ve geleneksel yaşam ortamı sizi de adeta büyülüyor.
Sonsuz Plajlar…
Yoluma devam edip biraz denize uzanmak istedim ve en uç noktaya ulaşmayı başardım. Belki de dileklerin gerçek olabileceği başka bir noktada burası olmalı… Cabo de Tarifa Akdeniz’le Atlantik okyanusunu birbirinden ayıran nokta. Bir yanınız hırçın Akdeniz, diğer yanınız sonsuz Atlantik. Ben ise dileğimi burada tutup, iki denizden birine attım bile 😉
Arkamda denizi, dileğimi ve Santa Catalina kalesini bıraktım, bıraktım ki dileğim gerçek olsun kale de buna şahit. Sonra biraz da plaj demek ve kumu ayaklarınızda hissetmek, Atlas okyanusunun gücünü anlatmak için Bolonya plajına koyuldum. Yemyeşil çam ağaçlarının kumdan çıkmış olması, kumun dağlarda oluşturduğu natural plajın asaleti çöldeyim ben dedirtecek kadar sonsuzluk ama akdeniz yeşili – mavisi lakin Atlantik okyanusu..Uzun mu uzun, geniş mi geniş kumsalda siesta yapmadan tabi ki dönemedim. Uyudum…
Yavaş yavaş güneş gücünü kaybetmeye başlamış Tarifa’da. Akşam yaklaşırken barlar ve kafeler sokaklara masalarını atmış, barı ya da kafesi olmayanda evdeki sandalye ve masasını kapısının önüne. Sokak müzik, insan kahkahaları, konuşmalar ve mutluluka sarılmış. Adeta gündüz başka bir çehre ile size merhaba diyen şehir size aksam başka yüzünü göstermişti. En lezzetli tapalardan “tortilla de camarones”, “atun adobado”, “langostino tigre” ve “boquerones” atıştırıp müziğe ritim tutturmaya calışırken hatırlıyorum en son kendimi… Gece neşeli, gece hareketli ama yollar uzun… Yarın sizlere “Vejer de la Frontera”dan merhaba diyeceğim. Şimdilik sevgiyle kalın…
Comment (0)