Gezdikçe gördüklerim, sizlerle bunları paylaşma heyecanım ve yeni yerler görme isteğim.. Artık inandığım tek şey var ki o da gezdikçe ve paylaştıkça zenginleşiyor dünyamız. O kadar gidilecek, görülecek yer var ki, zaman yeter mi endişesine kapılmadan sadece kendimi yollara attım..

Bugün bu kente adımımı attığımda ise bundan tam 3000 sene önce Fenikeliler tarafından kurulduğunu bilmek ve hissederek kente girmek, o günümün zaten durmadan öğrenerek geçeceğinin en büyük sinyalini vermişti bile bana. Tabii kentin isminin bir anlamı da olmalı, ‘surlar’ ya da ‘surlarla çevrili savunma noktası’ anlamına gelir Cadiz… Atlantik dalgalarının gölgesinde masalsı kent.. Avrupa’nın en eski kenti, her ne kadar efsanevi bir bilgi olsa da Herkül’ün kurduğu şehir olarak bilinmekte.

Eylül için sıcak bir hava, Cadiz Katedrali’nin heybetli gölgesinde şehrin dar sokaklarına doğru yürümeye başladım. Her köşe de bir tarihe, her detayda ise bir sürprizle karşılaşmak bu olsa gerek.. Ara sokaklar, yıkık dökük yapılar, korunan tarihi binalar labirent gibi adeta.

İspanya’nın donanmasına da ev sahipliği yapan bu kent, yeme içme kültüründeki zenginlik, deniz ürünleri ve balık çeşitleri, eğlencesine düşkün halkı, misafirperverliği, gece yaşamı ve festivalleri ile sizi hemen kendine bağlar.

Buna ek olarak Santa Maria de Mar, Victoria ve Cortadura plajları da muhakkak görülmelidirler. Tekrar gelirim diyebileceğiniz şehirlerden biri, ama ne olur olmaz dedik ya dünyada gezilecek görülecek çok yer var, o yüzden her köşeyi, her beğendiğinizi ölümsüzleştirmeyi unutmayın bu güzel kentte…